Fatih Camii’nin güneybatı yönünde yer alan avlu kapısı, halk arasında “Çorba Kapısı” olarak bilinir. Bu ismin verilmesinin nedeni, geçmişte caminin hemen yakınında yer alan imaretten (yoksullara yemek dağıtılan yer) gelen yemeklerin bu kapıdan servis edilmesidir.
Kapının üst kısmında, basık bir kemer ve onu taçlandıran alınlık (üst süsleme bölümü) yer alır. Alınlık, dilimli ve palmet (hurma yaprağı) motifleriyle sonlanan kemerli bir forma sahiptir. Bu alınlıkta kullanılan taş malzeme, İstanbul’daki tarihi yapılarda sıkça görülen köffeki taşıdır. Alınlık, dekoratif olarak yeşil Eğriboz taşı ve erguvani renkli porfir taşından kakmalarla süslenmiştir. Bu kakmaların oluşturduğu büyük rûmî (stilize bitki formu) desenler, iç içe geçerek zengin bir görsellik sunar Eski Fatih Camii’nin Yeniden İnşası.
Fatih Döneminde Cami Planlarının Gelişimi
Fatih Sultan Mehmed döneminde, merkezi planlı cami mimarisi gelişimini sürdürmüştür. Ancak bununla birlikte, erken dönem Osmanlı cami tiplerinin de bir ölçüde varlığını koruduğu görülür. Bu dönemde bazı cami türlerinin sosyal ve siyasi anlamda taşıdığı değer değişmiştir.
Örneğin, II. Murad tarafından yaptırılan Üç Şerefeli Cami gibi çok bölümlü ve zaviyeli (küçük ibadet alanlı) planlara sahip camiler, Fatih sonrasında sultanlar tarafından pek tercih edilmemiştir. Onun yerine, daha anıtsal ve merkezi planlı camiler öne çıkmıştır. Ancak bu eski şemalar, vezirler ve devlet adamları tarafından yaptırılan camilerde varlığını bir süre daha korumuştur.
16. yüzyılın ortalarından sonra, çok birimli cami planı İstanbul’daki saray mimarisinde terk edilmiş, sadece Piyale Paşa Camii gibi birkaç örnekte görülmeye devam etmiştir. Buna karşın, bu gelenek Girit ve Kuzey Afrika’daki Osmanlı eyaletlerinde yerel mimaride bir süre daha sürdürülmüştür.
Mahalle Camileri ve Çatılı Mescitler
Fatih döneminde, İstanbul Haçlı istilasından (1204) sonra harap olmuş ve nüfusu oldukça azalmıştı. Şehrin yeniden canlandırılması için pek çok yerleşim projesi yapılmış, Anadolu ve Rumeli’den getirilen halk için yeni mahalleler oluşturulmuştur.
Osmanlı geleneğinde her mahallenin merkezinde bir mescit ya da küçük cami bulunurdu. Bu yapılar, hem ibadet hem de mahalle halkının bir araya geldiği sosyal alanlar olarak işlev görürdü. Ne yazık ki bu mescitlerin büyük bölümü yangınlar, depremler ve şehir düzenlemeleri nedeniyle günümüze ulaşamamıştır. Birçoğu ise zamanla yapılan müdahalelerle özgünlüklerini kaybetmiştir Sofia Day Trips.
Yatağan Mescidi Ayakta Kalan Nadir Örneklerden
Bugün hâlâ özgün hâlini büyük ölçüde koruyabilmiş az sayıdaki örnekten biri, Eğrikapı’da yer alan Yatağan Mescidi’dir. Bu mescit, Fatih Sultan Mehmed’in topçubaşısı olan Hacı İlyas Ağa tarafından yaptırılmıştır. Her ne kadar yapımı Fatih döneminde olsa da vakfiyesi 1495 yılında düzenlenmiştir.
Mescidin ibadet mekânı, 13,20 x 10,15 metre ölçülerinde, kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Duvarları, kaba yontulmuş taş ve tuğla sıralarından oluşan almaşık (karışık) bir örgü sistemiyle inşa edilmiştir. Duvarlar, iki sıra hâlinde düzenlenmiş pencerelerle aydınlatılır.
Kuzey duvarına bitişik üst kat mahfili, ahşap korkuluklara sahiptir. Harime girişteki oyma mukarnaslar (stalaktit benzeri süslemeler) ve rûmî motiflerle süslü taş takozlar, yapıdaki orijinal ayrıntılardan bazılarıdır. Bugün görülen son cemaat yeri, geç döneme ait olup, daha önce burada ahşap direkli bir sundurma bulunduğu tahmin edilmektedir.
Yukarıda anlatılanlar, Fatih döneminin cami ve mescit mimarisinin hem merkezi hem yerel örneklerle nasıl çeşitlendiğini ve bu yapıların hem sosyal hem mimari anlamda nasıl işlev gördüğünü göstermektedir. Çorba Kapısı’ndan Yatağan Mescidi’ne kadar her bir detay, dönemin şehirleşme ve estetik anlayışına ışık tutmaktadır.